Originally published on Harici
25 Ocak 2011’de başlayan halk ayaklanmasıyla 30 yıllık Hüsnü Mübarek dönemi Mısır’da son buldu. 18 gün süren birinci eylem dalgasını takiben 11 Şubat’ta Mübarek istifaya zorlandı.
Mübarek’in ardından seçimle iş başına gelen Muhammed Mursi yönetimi ise 2013 yılında yeni bir eylem dalgası ve askerin müdahalesiyle sona erdi. Askeri müdahalenin lideri olan Savunma Bakanı Abdülfettah es-Sisi, 2014 Mayıs ayında düzenlenen, katılımın yüzde 45’lerde kaldığı seçimlerde oyların yüzde 90’ını alarak Cumhurbaşkanı seçildi.
Mübarek’in devrilmesinden bu yana geçen 12 yılda Mısır’da hem çok şey hem de çok az şey değişti. Daha özgür daha müreffeh bir toplum için sokaklara çıkanların talepleri ise yerini hayal kırıklığına bıraktı.
Zengin Körfez ülkelerinden, IMF ve Dünya Bankası’ndan aktarılan kaynaklara rağmen Mısır ekonomisinin kronik sorunlarına çözüm getirecek köklü iyileştirmeler gerçekleşmedi.
Mısır ordusunun hızla modernleştirildiği ve bu alana büyük kaynakların aktarıldığı son 10 yıllık dönemde Sisi yönetiminin başkent Kahire’de yeni bir yönetim merkezi inşasına girişmek gibi mega yatırımları, Türkiye’deki tabirle “çılgın projeleri” de ülke ekonomisinde önemli bir paya sahip oldu.
Pandemi ve sağlık krizini takip eden Rusya – Ukrayna savaşı, köklü sorunları dönüştürmede başarısız olan Mısır ekonomisini hazırlıksız yakaladı. Mısır, Rus ve Ukraynalı turistlerin getirdiği dövizden mahrum kaldı. Yabancı yatırımcılar bir yıl içinde Mısır piyasasından 25 milyar dolara yakın sıcak parayı çekti. Ülke parası dolar karşısında hızla değer kaybetti ve Mısır lirası geçen yıla göre yüzde elli oranında eridi.
Dövizin hızlı yükselişi ithalat maliyetlerini artırdı. Temel tüketim mallarına yoksulların erişimi zorlaştı. Milyonlar için et, yumurta gibi ürünler lüks tüketim malzemesi haline geldi. Orta sınıf ciddi bir refah kaybı yaşadı.
Tahıl krizi de ekmek sübvansiyonlarının nüfusun yüzde 70’ini kapsadığı 104 milyonluk Mısır’da tam anlamıyla bir milli güvenlik meselesi haline geldi.
Bu ağır koşullar sonucunda Mısır, son altı yılda dördüncü kez IMF’nin kapısını çaldı. Dört yıllığına 3 milyar dolar kaynak bulan Sisi yönetimi IMF’nin sıkı koşullarını kabul etmek zorunda kaldı.
IMF’nin koşulları arasında döviz kuruna müdahalenin sonlanması, ordunun ekonomideki rolünün kısıtlanması ve özelleştirme yer alıyor. Döviz kurlarının dalgalı rejime bırakılması ilk etkisini, Mısır parasının hızla değer yitirmesiyle gösterdi. Liberalleştirme kapsamında diğer iki başlığın etkileri muhtemelen orta vadede kendisini gösterecek.
Bir yanda yükselen gökdelenler diğer yanda derinleşen yoksullukla Arap dünyasının kalbi Mısır’ı nasıl bir gelecek bekliyor?
Ağırlaşan ekonomik koşullar yeni bir Tahrir ayaklanmasını beraberinde getirir mi?
Orta Doğu’da toplumsal ayaklanmaların hızla iç savaşlara dönüştüğü geçmiş 10 yılın acı tecrübesi düşünüldüğünde Mısırlılar hakkını meydanlarda aramaya ne ölçüde istekli?
Şimdilik, büyük devrim rüzgârlarından geriye hayal kırıklığı ve bekleme duygusu kalmış gibi görünüyor. Ancak Nil nehrinin sonsuz akışından umudu kesmek kesinlikle mümkün değil…
Tahrir’de milyonların meydanları doldurmaya başladığı 25 Aralık 2011’in üzerinden 12 geçti. O günden bu güne Mısır’ın içinde bulunduğu ekonomik koşulları ve Arap Baharı fırtınasıyla yıkılan Türkiye – Mısır ilişkilerini Doğu Akdeniz ve Orta Doğu Araştırmalar Merkezi Başkanı Dalia Ziada’ya sorduk.
- Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, Askeri Akademi’de yaptığı konuşmada “Zorluklar var ama işler kontrolümüz altında ve bu krizin üstesinden geleceğiz” dedi. Anladığım kadarıyla Cumhurbaşkanı Sisi, Mısır toplumuna “sakin olma” mesajı vermeye çalışıyor. Şu an Mısır ne tür ekonomik zorluklarla karşı karşıya ve yönetim bunların üstesinden gelmek için ne tür adımlar atıyor?
- Mısır ordusunun ekonomideki rolü Batılı uzmanlar tarafından eleştiriliyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsun?
- Rusya- Ukrayna savaşının yıkıcı etkilerini Mısır’da Türkiye’de, Avrupa’da ve dünya ölçeğinde görüyoruz. Özellikle Avrupa’da hükümetlere karşı büyük protestolara tanık oluyoruz. Eylemlerin Avrupa siyasetini nasıl şekillendireceğini bilmiyorum ancak bu tip eylemlerin Mısır’da ve Orta Doğu’da olması ihtimalini nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Orta sınıfın hissiyatını sormak istiyorum. Bundan 10 yıl önce bu kesimler birçok şeyi protesto etti. Belki büyük hayalleri ve Mısır’ın geleceğine dair umutları vardı. Ardan geçen 10 yılın ardından hissiyat nedir?
- Arap Baharı’nın ardından Orta Doğu’da oldukça karmaşık bir “normalleşme” süreci yürüyor. Araplar arasında bir süreç var. İran ile Arap dünyası ve Türkiye ile Arap devletleri arasında normalleşme süreçleri yaşanıyor. Ankara ve Kahire arasındaki diyaloğu nasıl değerlendiriyorsun? Ne gibi engeller var?
- Süreç dondu ve Kahire’nin Ankara’dan ne tür beklentileri var?
Mısır’da herkesin zihnini meşgul eden şey tam olarak bu. Bu sefer kriz, öncekilere göre birçok yönden daha karmaşık. Çünkü bir anlamda bütünleşik bir krizden bahsediyoruz. Bu kriz yeni değil, Kovid’le ya da Rusya-Ukrayna Savaşı ile başlamadı. Ancak bu son küresel ölçekteki olaylar Mısır’da 1960’lardan ve hatta 1950’lerden beri var olan krizi daha da körükledi. Ben buna Mısır ekonomisinin kronik krizi diyorum. Yani, şu anda bir yol ayrımında olduğumuz bir zorlukla karşı karşıyayız.
Geçmişte ekonomik plan veya makroekonomik politikalar, daha başından doğru bir şekilde uygulanmadı. Önce komünist bir cumhuriyet olarak başladık ve sosyalist politikalar uygulamaya koyulduk. Sonra liberal piyasa politikalarını deneyelim dedik. Ve sonra her şey birbirine girmişken 1990 ve 2000’ler boyunca çok çarpık bir makroekonomik sistemle karşı karşıya kaldık. Buna ek olarak, elbette uzun bir idari ve mali yolsuzluk mirasını da bugüne kadar getirdik. Bu süreç bugün Mısır’ın bu çarpık ekonomi veya makroekonomik sistemine yol açtı. Dolayısıyla birbiri ardına gelen bu iki kriz, bugün Mısır’ı bir yol ayrımına getirdi. Şimdi ya bu kronik krizi kesin olarak çözecek ve yepyeni bir makroekonomik sistem kuracağız ya da tüm bunlara göz yumup bu şekilde devam edeceğiz. Ancak işlerin bu şekilde gitmesi er ya da geç makroekonomik sistemin ve bir süredir tutmaya çalıştığımız toplam siyasi istikrarın da çöküşüne yol açacaktır.”
“Mısır borç içinde”
Geçen hafta Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar başta olmak üzere tüm ekonomi yönetimi ve üst düzey devlet yetkililerinin her şeyin yolunda olduğuna dair çeşitli açıklamalar duyduk, ancak maalesef bu sahaya istendiği gibi yansımıyor. Şöyle ki bu açıklamaları duyduğumda bir vatandaş olarak ben mutlu oluyorum, ancak yiyecek almak için sokağa çıktığımda veya orta sınıf bir insan olarak yaptığım herhangi bir aktivitede artık çok zorlanıyorum. Örneğin, Türkiye ve diğer birçok ülkede böyle bir enflasyona, her zaman maaşlarda ve asgari ücrette yapılan zamlar eşlik eder, ancak Mısır’da buna sahip değiliz. Çünkü ülke zaten derin bir borç içinde ve maaşlarda herhangi bir artışı göze alamıyorlar. Aksine, bazı olumlu mesajlar verirlerken diğer yandan yemeklik yağ ve enerji gibi temel tüketim üzerindeki sübvansiyonların kaldırılmasından bahsediyorlar ve bu da maalesef daha fazla enflasyona sebep oluyor. Şu an piyasa üzerinde hiçbir kontrol sağlanamıyor.
“Silahlı kuvvetler Mısır devletinin bel kemiği”
Bu da çok iyi bir soru, çünkü bu orduya ait işletmeler meselesi, Mısır’da işlerin nasıl yürüdüğünü anlamayan biri için çok karmaşık bir mesele. Silahlı Kuvvetler, Mısır Devleti’nin hem siyasi hem de ekonomik olarak bel kemiği diyebilirim. Başka bir deyişle, Mısır’daki sivil hükümet; ordunun hem siyasette hem de ekonomide güvenlik ağı veya sigorta işlevi olmaksızın, hiçbir şey yapamaz. Tabii ki, demokratik bakış açısıyla bu tamamen yanlış ve Mısır’ın demokratik bir ülke olmasını gerçekten istiyorsak bu bir gün değişmeli. Ama soru şu, biz buna şimdi hazır mıyız? Maalesef hayır.
“IMF reformları Mısır için çok zor”
IMF’nin şu anda talep ettiği ekonomik reformlar, Mısır halkı için olduğu kadar Mısır piyasaları, tüccarlar ve üreticiler için de oldukça zor. Ülkede kendine ait özerk bir ekonomik sisteme sahip olan ve piyasada olup bitenlerden etkilenmeyen tek yapı ise ordu. Ordunun sivil hükümetin sunabileceği ile halkın ihtiyaç duyduğu emtialar arasındaki boşluğu doldurabilecek işletmeleri var. Çünkü bu boşluk inanın bana, gerçekten düşündüğünüzden daha büyük. Neticede Mısır’da bu boşluğu doldurabilecek tek yapı ordudur. Bu nedenle uzun vadede, evet, Mısır ekonomisini ve genel olarak Mısır siyasi yaşamını gerçekten geliştirmek istiyorsak ordu piyasadan tamamen çekilmeli ve özel yatırımcıların işlerini yapmalarına izin vermeli. Ancak şu anda, özellikle ekonomik arenada yaşadığımız tüm bu karmaşada, bu çok zor bir karar olur.
Rusya-Ukrayna savaşının etkileri ve IMF’nin şartları
Rusya-Ukrayna savaşı çok uzak bir coğrafyada olmasına rağmen bizi çok etkiledi. Çünkü Mısır; Rusya, Ukrayna ve Belarus’a iki temel sektörde, gıda ve turizmde çok büyük ölçüde bağlı. Bu yüzden, Rusya-Ukrayna savaşının Mısır’a etkisinin, diğer ülkelerden çok daha büyük olduğu kanısındayım. Bu yüzden tekrar bahsettiğim kriz döngüsüne düştük. Evet, şimdi yeniden kredi talep ediyoruz, ancak bu kredi elbette askerin piyasadan çekilmesi ve eski kredilerle yapılan ulusal mega projeleri yavaşlatma gibi IMF’nin talep ettiği yapısal reformları çok katı bir tutumla uygulamada kullanılacak. Bu da aslında 2016 kredisinden elde ettiğimiz tüm kazanımları riske atabilir. Bu durum, Mısırlıları yeni IMF kredisine olumsuz yaklaşmasına sebep oluyor.
Mübarek’i deviren nedenler ve ikinci Tahrir tartışmaları
O dönemde insanların Mübarek’e karşı çıkmasının nedenleri arasında özelleştirmeler, devlete ait varlıkların yabancı yatırımcılara satılması gibi politikalar mevcuttu. Bu nedenle, elbette birçok analistin aklına Mısırlıların Sisi’yi protesto etmek için sokaklara çıkıp çıkmayacakları sorusunu geliyor. Kahire’den konuşuyorum ve gördüğüm kadarıyla son 10 yılda insanlar; siyasi geçişler, belirli zamanlarda güvenlik ve istikrar sorunu da dahil çok şey yaşadı ve şimdi ekonomik krizle birlikte, insanların böyle bir eylemde bulunamayacak bir yorgunlukta olduklarını düşünüyorum.
“Protesto kaosa neden olur düşüncesi var”
Sokakta “Evet, sıkıntı çektiğimizi biliyoruz ve durum iyi değil” gibi genel bir yaklaşım var ve birçok insan hükümetin politikalarına, özellikle ekonomik kısmına katılmıyor. Ama aynı insanlar “Şimdi sokağa çıkıp bir protesto düzenlersek, bu yine kaosa yol açacak ve kaos daha fazla ekonomik sıkıntıya neden olacak. Nihayetinde bu sıkıntıları aşmak için 10 yıl daha süre gerekecek” gibi bir fikre kapılıyor. Bu yüzden, hükümetin bu krizde gerçekten ne yapabileceğini görmek için henüz bekliyorlar. Dolayısıyla yakın zamanda halkın sokağa çıkabileceğini sanmıyorum. Arap Baharı’ndan bu yana geçen 10 yılda meydana gelen protestoculara da bakarsak, bunların yoksul kesimden olmadığını görürüz. Her zaman orta sınıf sokağa çıktı. Sokağa çıkarak gerçekten değişime yol açan hep orta sınıf, eğitimli kesim ve bürokratlardı.
“Mısır orta sınıfı ekonomik ve politik olarak büyük bir buhran yaşıyor”
Orta sınıf birçok yönden çok büyük bir buhranın içinde. Bunlardan birisi elbette ekonomik, çünkü burada ekonomik bir sınıftan bahsediyoruz. Ama aynı zamanda başka bir kısmı da siyasi. Çünkü hükümetin demokratik değerler, özgürlükler ve insan hakları konusunda daha iyi performans göstereceği konusunda çok büyük umutlarımız vardı. Maalesef bugün hâlâ 10 yıl önce mücadele ettiğimiz ifade özgürlüğü, insan hakları ve demokratikleşme gibi sorunlarla boğuşuyoruz. En ufak bir değişiklik olduğunda ve olumlu bir açılım yapıldığında bile “ekonomik krizler” veya “terörle mücadele” gibi güvenlik sorunları gerekçe gösterilerek hemen rafa kaldırıldı. Dolayısıyla bu siyasi buhranın kaynağı, ekonomik reform sürecinde veya güvenlik sıkıntılarıyla karşı karşıya kalındığında, bu hayallerin unutulmasından korktuğumuz gerçeği. Umarım insanlar gelecekte bunun gerçekleşmesi için yıkıcı bir şekilde değil de, yapıcı bir şekilde baskı yapmaya devam ederler. Ancak tüm bunlar bizi, ancak ekonomik olarak istikrarlı bir ülkede demokrasiyi ve insan haklarını savunabileceğimiz noktasına getiriyor.
Rötarlı normalleşme: Ankara-Kahire diyaloğu yavaşladı
Türkiye’yi elbette Orta Doğu’nun bir parçası olarak görüyorum. Burada lehimize olan şey, Arapların çoğunun Türkiye’ye, örneğin İran’a baktıkları gibi olumsuz bir şekilde bakmamalarıdır. En büyük Körfez ülkesi ve bölgedeki ana aktörlerden biri olan Suudi Arabistan da dahil olmak üzere çoğu Körfez ülkesi için bugün İran hâlâ bir düşman olarak görülüyor. Ama Kuzey Afrika’daki ülkelerde o kadar olmasa da, Türkiye hemen hemen herkes için her zaman dost olmuştur. Elbette son yedi, sekiz yıldaki diplomatik ve medya rekabetinden önce Türkiye her zaman bu bölgenin ayrılmaz bir parçası, çok önemli bir ortak ve bir oyuncu olmuştur. Özellikle Mısır ve Türkiye için bu ilişki diğer tüm ülkelerden de daha kritik. Bu sadece iki ülke arasındaki coğrafi yakınlıktan kaynaklanmıyor ki o da önemli: Afrika’nın kapısında olan Mısır ve Avrupa’nın kapısında olan Türkiye arasında ekonomik işbirliği her iki ülkeye de birçok fırsat sunuyor ve birlikte birçok şey yapabilecek durumdayız. İki Devlet Başkanı Sisi ve Erdoğan arasındaki tarihi el sıkışmadan sonra, aslında Mısır’da da umutlar çok yükseldi ve belki de sonunda doğru noktayı bulduğumuzu ve işlerin doğru yönde ilerlediğini düşündük. Ama ne yazık ki, bunların hiçbirisi gerçekleşmedi. Aradan iki ay geçti ve ne istihbarat teşkilatlarından ne de Dışişleri Bakanlıklarından yeni bir adım geldi. Hâlâ aynı noktadayız.
Üç anlaşmazlık noktası: Libya, Doğu Akdeniz, İhvan
Bence bu görüşmelerin dondurulmasının temel nedeni, her iki ülkenin de uzlaşmaya varmasını zorlaştıran üç ana konunun varlığı. Birincisi elbette Libya. Libya, Mısır ile en uzun sınırı paylaşan ülke. Dolayısıyla Mısır için burada devlet, Libya’yı ulusal stratejik derinliğin bir parçası olarak görüyor. Yani orada gerçekleşen herhangi bir eylem bizi doğrudan etkileyecektir. Şimdi burada, Türkiye’nin Libya’daki varlığı ve Libya ile anlaşmalar yapmaya çalışması konusunda daha fazla hoşgörü görebiliyorum. Çatışmaların yaşandığı ve Mısır’ın Türk askerlerinin varlığına çok kızdığı 2020 yılına göre çok daha fazla hoşgörü var. Çünkü Mısır devleti, artık Türkiye’nin ulusal güvenliğimiz için bir tehdit olmadığını anlamaya başladı ki bence Türkiye’nin buradaki Mısırlı yetkililerle net bir şekilde iletişim kurabilmesi çok önemli bir atılımdı.
Mısır’ın “Suriyesi” Libya sınırı
Ancak öte yandan, Türkiye ve Mısır, Libya çatışmasında hâlâ iki farklı tarafı destekliyor ve Mısır, Doğu gruplarını desteklememeyi göze alamaz, çünkü Mısır’ın Batı sınırını kontrol ediyorlar ve Mısır’ın Batı çölüne silah kaçakçılığını engellemede veya terörizmin Mısır’a sızmasını engellemede çok önemli rolleri var. Dolayısıyla, Türkiye’nin Trablus’un meşru hükümet olduğuna inandığı ve BM tarafından tanındığı için onu desteklemeye devam ettiği ve ayrıca Türkiye’nin Trablus merkezli hükümet üzerinde jeo-ekonomik veya jeopolitik çıkarları olduğu sırada onları kaybetmeyi göze alamazlar. Bu yüzden onu desteklemeleri de kendilerince mantıklı.
“Türk-Yunan gerilimine Mısır dahil oldu”
Bir diğer kritik konu da elbette Doğu Akdeniz. Son üç yılda gördüğümüz gibi, özellikle Mısır, Yunanistan ile Türkiye arasındaki çekişmelere yoğun bir şekilde dahil oldu. Mübarek döneminden beri bu çatışmaya dahil olmaktan her zaman kaçınıyorduk. Yunanistan’ın Mısır’dan deniz yetki anlaşması imzalamasını istemeye başladığı 2005 yılında bile Mısır hep “Hayır, önce gidip Türkiye ile sorununuzu çözün, ancak ondan sonra konuşabiliriz” dedi. Bu, Türkiye’nin deniz yetki alanlarına ya da Türkiye’nin Akdeniz’deki haklarına saygısından yapılan bir hareketti. Ancak ne yazık ki son yedi-sekiz yılda yaşanan siyasi gerginlikler, Yunanistan’ın Kahire’ye bu tür taleplerde bulunmasını kolaylaştırdı ve Kahire’nin de bu taleplere olumlu yanıt vermesini mümkün kıldı. Ancak Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan ile imzaladığı anlaşmalara rağmen Mısır, Türkiye’nin ilan ettiği deniz yetki alanına girmemek için her zaman dikkatli olmaya devam etti ve bu da aslında olumlu bir duruma işaret etmektedir. Dolayısıyla Mısır’ın Güney Kıbrıs ve Yunanistan’la yaptığı anlaşmaların, Kahire’nin Ankara ile benzer bir anlaşmaya varmasını engellememesi gerektiğini düşünüyorum.
“Müslüman Kardeşler sorunu Libya ve Akdeniz kadar önemli değil”
Bana göre ilk ikisi kadar büyük olmayan üçüncü ve son mesele ise Müslüman Kardeşler meselesidir. Mısır, Müslüman Kardeşler’in silahlı kanadına dahil olan veya herhangi bir şiddet eylemine karışmayan üyeleri fark etmeksizin hepsinin Mısır’a iadesini ve cezalandırılmasını istiyor. Türkiye ise daha insani bir perspektiften yola çıkarak, sadece Mısır’a karşı siyasi muhalefet uygulayan ve aslında şiddet olaylarına karışmamış kişileri geri göndermek için iyi bir neden görmüyor. Bu iki devletin bu konu üzerinde de anlaşmaya varması gerekiyor ama bence bu kısım Doğu Akdeniz ve Libya gibi iki büyük meseleden daha ufak bir teferruat.